ONURSAL BAŞKAN DR. AHMET DOĞAN’IN YILBAŞI DOLAYISIYLA PARTİNİN İLERİ GELEN ÜYELERİ ÖNÜNDE YAPTIĞI KONUŞMA METNİ

Share this history on :
ONURSAL BAŞKAN DR. AHMET DOĞAN’IN YILBAŞI DOLAYISIYLA PARTİNİN İLERİ GELEN ÜYELERİ ÖNÜNDE YAPTIĞI KONUŞMA METNİ

SAYIN BAYANLAR VE BAYLAR,

    
Geleneksel olarak her yıl Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin önde gelen üyeleri bir araya gelir, geçen yılın değerlendirilmesi yapılır ve gelecek yılın ana hedefleri belirlenir.

    
Bu dönemin, bu siyasi zamanın en belirgin özelliği, onun ivme kazanan gelişim hızı ve yaşamın tüm alanlarını kapsayan derin yansımasıdır.

    
Kanaatimce, zamanın nabız atışının hızlandırılmasının ana nedenleri arasında, dünyadaki siyasi düzenin dengesini tehdit eden, küresel finansal krizin büyüyerek dünya siyasi krizine dönüşme eğilimi yeri alıyor. 

    
Tabiatımda iyimser olmama rağmen, ilk kez huzursuzluk içindeyim… Avrupa Birliği (AB) ve üye ülkeleri her şeyden önce ne yaptıklarını bilmiyorlar, ikincisi – bir şey yaptıklarında onu tamamen formalite icabı yapıyorlar ve üçüncüsü – Avrupa fikrinden ve Avrupa bütünleşme stratejisinden vazgeçmeye karar verseler bile, bunu hem nasıl yapacaklarını, hem de ardından nelerin geleceğini bilmiyorlar. Tüm bunlar oldukça endişe verici.
    
Şu anda Avrupa Birliği derin bir gelişim motivasyonuna sahip değil. Hatta, AB’nin kendini muhafaza etme motivasyonuna da sahip değil. Her şey kendi haline bırakılmış durumda. AB’nin kendi gelişimi için gerekli olan yatırım kaynağı da sahip değil. Bir sonraki adımın atılabilmesi için yönetim kapasitesi düzeyinde de işler iyi değil. Bu da formalite icabı bir varlığa, formaliteye dönüştürülen bir süper topluluğa, formalite icabı yatırım yapmak demektir. AB konusunda aldatıcı siyasi bir hayal oluşturulmuş ve bu hayale göre küresel çapta birinci olmasa da, en azından ikinci büyük güç olması bekleniyor.  İnşallah olur. Ancak bu olmuyor. Önümüzdeki 10 yılda da olmayacak. AB’nin ayırdığı bütçe(entegrasyon için)  120-130 milyar civarındadır. Oysa ABD’nin savunma bütçesi 600-650 milyardır… Başka bir deyişle, bizler kuralları belirsiz, öncelikleri şekilsiz bir siyasi oyununun ortaklarıyız.
    
Tabi ki genel olarak olmasa da bazı yönleriyle Avrupa Birliği’nin varlığından artık ciddi şüphe duyuyorum. Avrupa Birliği jeopolitik ölçüde ortak bir güce dönüşmesindeki gerekli derin motivasyona sahip olduğunu bugüne dek göstermemiştir. Örneğin, dünyada meydana gelen çeşitli anlaşmazlıklar konusunda, Avrupa’nın tutumu sadece çeşitli mazeretler gösterme çabaları ile sınırlı, çünkü AB askeri ve siyasi anlamda da tam bir cücedir…
    
Ancak, sayın arkadaşlar, 6-7 yıl önce başlayan kriz ciddi olarak gittikçe derinleşiyor, artık finans ve ekonomi alanlarının ötesine varan garip şekiller alıyor. Bana göre kriz mutasyona uğrayıp küresel çapta bir siyasi krize dönüşüyor. Çünkü bu kriz aynı zamanda dünyadaki siyasi düzeni şüpheye düşüren koşulları yaratıp uyguluyor ve üretiyor.

    
Amerika Birleşik Devletleri hâkimiyetindeki tek kutuplu model böyle devam etmeyecektir. Çin ciddi ve agresif bir şekilde gelişiyor. Tabii ki, Rusya da. Ve tüm bunlar AB’nin izlediği pasif siyaset ortamında gelişiyor… Rusya’nın gücünü pekiştirmesi dikkatle izlemenizi istediğim, dönüşümsüz bir süreçtir. Bu gidişatın devamı için Rusya elinden geleni yapacaktır, gerekirse, kaba güce de başvuracaktır. Bu açıdan bakıldığında NATO ile ilgili şu soruyu sormamız gerekiyor: Acaba NATO,  etkili bir savunma sistemi midir? Sadece tavsiyede bulunuyorum, ne olur, dinamik dünyamızdaki olayları sıradan siyasi ifadeler ivmesiyle algılamayın.

    
Başka bir ifadeyle,  tek jeopolitik kutuplu dünya düzeni, ciddi olarak dönüşüm yoluna gitmektedir. Muhtemelen çok kutuplu olacaktır. Ancak bu bağlamda, AB derin uykuda ve ne yapacağı, neye bağlanacağı kararsızlığını yaşıyor. Siyasi krizin belirtileri, hoşgörü krizi ile başlar. Hoşgörü krizi ise çeşitli milliyetçi akımların uyanmasına uygun koşullar yaratır.

    
Eğer AB’den herhangi biri özgürlük, hoşgörü, sorumluluk ve hatta güvenlik ve istikrar önceliklerinden bahsediyorsa, o gerçekleri tanımıyor demektir. Böyle bir şey yoktur. Gelecek 10 yılda romantik bir siyaset yürütülmesi için gerekli koşulları görmüyorum. Çünkü özellikle kutuplar açısından ele alındığında, jeopolitiğin büyük ve derin tabakaları yer değiştiriyor ve bu açıdan bakıldığında yapılması gereken reformları görmemezlikten gelemeyiz. Hem beklenti olarak, hem etkili teşkilatlanma hem de anlamlı siyaset hareket olarak… Dünya iyiye gitmiyor. Bu, benim için bir varsayım değil bir gerçektir.

    
Bu bağlamda bizim güvenliğimizin garantisi Bulgaristan’ın bütünlüğü ve istikrarıdır.

    
Bölgede Rusya’nın dışında Türkiye de yeni dünya düzeni içerisinde kendi yerini bulmak istiyor ve bu Balkanlar bölgesinde ve Avrupa’da çok karmaşık ilişkilere ve krizlerin oluşmasına neden olabilir. Genel olarak tüm bölgedeki yeniden konumlandırılma çabaları o kadar karmaşık ve sinsi bir süreç ki, sonuçları bu aşamada zor tahmin edilebilir. En küçük bir taş bile, uluslararası ölçekte istikrar aracına takla attırabilir. Benim hissettiğim budur. Ve siyasi zamandan, ulusal siyasi zamandan söz ettiğimizde, biz saatlerimizi genel jeopolitik zamana göre ayarlamamız gerekiyor. Bütünüyle olmasa bile,  en azından Avrupa siyasi zamanına göre ayarlamamız gerekiyor. Ancak Avrupa’nın siyasi zamanı, en azından bu aşamada, gerçek zamandan ciddi anlamda geri kalmakta olduğunu üzülerek söyleyebilirim.  Avrupa Birliği kendi kendini anlayamıyor, kimlik olarak anlayamıyor, aslında ne istediğini de bilmiyor. AB’nin halen bir kimliği yok, o sadece bir ‘kimlik’ projesidir. Özellikle bu yüzden bizler de, hangi adımı atacağımızı bilmiyoruz.
    
Dolayısıyla siyasi zamanın hızlandırılmış nabzı açısından, parti açık bir gelişim modeliyle yenilenmesi gerekiyor. Zira bir gelişim modelinin içinde her halükarda “kolektif vücudun” gelişimini kapsayan riskli parametrelerin de yer alması zorunludur. Ne yazık ki ben, “kolektif vücut” hakkında öncelikli bir düşünce göremiyorum.  İşte başlıca sorun budur, oysa biz onu tartışmak yerine günümüz siyasetin sorunları ile değiştiriyoruz. 
    
Tabii ki “kolektif vücut” kavramını sadece bir mecaz(benzetme) olarak kullanıyoruz.  Ancak kolektif vücut özel bir his, algılama, değerlendirme ve beklenti yapısına sahiptir… Etnolojide “morfik rezonans” diye ilginç bir kavram var. Bu toplumun iç nabzını ölçer. İşte ben sizleri hissedebiliyorum. Hiç konuşmasak bile siz de beni hissediyorsunuz, buna eminim. Morfik rezonans aslında, konuşmadan, bilinçaltı düzeyde telepatik bilgi aktarma demektir. Bu bilgi konusunda açık bir kapım olduğunu iddia edebilirim, dolayısıyla kesinlikle şaka yapmıyorum.

   
Bir kolektif vücut, nasıl bir kolektif nabzın yaratıp yaydığının bilincinde olmaması mümkün değildir. Kolektif vücudun nabzı bir fenomendir. Eğer doğru yetiştirilemezse, başka birisi ona sahip çıkar. Kolektif vücudunun iç bir yaşamı var ve o yaşam bilinçli ve bilinçsiz olan hayatta kalma noktalarını içerir.

    
Evet, kriz olanaklar yaratır, ancak kriz olanaklardan da yoksun eder. Bulgaristan’ın ileri gelen siyasilerinin kriz durumlarını yönetmeyi öğrenmiş olmasından dolayı memnun olmamız gerekir, ancak bu durum uykuya dalmamıza neden olmamalı.
   
Benim arzum, siyasetle ancak siyasetten anlayan insanların uğraşmasıdır. Ben müzikten hoşlanıyorum, ancak onu değerlendirecek kadar bilgili değilim. Siyasetten haberdar olmayan kişilerin siyaset yapmasını da kabul edemem! Herkes siyaset yapamaz. Herkes müzik de yapamaz. Ben, mesela, hiç bir şekilde (şarkıcı) Galena gibi şarkı söyleyemem, o bir yetenektir. Ancak kendisi de, örneğin benim yaptığımı yapamaz. Dünyanın yapısı böyledir…

Sevgili arkadaşlar, herkes en iyi neyi anlıyorsa onu yapsın, ona yaptırılanı veya buyrulanı yapmasın. Bu karmaşık zamanda olaylar öyle bir hale dönüşebilir ki, yıllarca çözemeyeceğimiz sorunlar yaratabilir. Hak ve Özgürlükler Hareketi yeniden yaratılamaz. Hak ve Özürlükler Hareketi yenilenmeli, ancak değiştirilemez. Komşu ülkelerin desteğiyle olsa bile…

    
Bu konuya ciddi olarak bakmanızı isterim. Biz, sıradan olan herhangi bir gelişim sürecinin içerisinde değiliz, biz, derinlik ve kapsamı bakımından farkında olmadığımız bir krizin içinde bulunuyoruz ve hatta ön cephede feda edilecek askerler gibi bu krizin kurbanı da olabiliriz.
  

Lütfen, sadece Rusya ve Türkiye arasında çıkabilecek olası bir krizin büyümesini hayal edin.


Benim için bu bildiri bir gaftı Sayın Mestan. Pentagon’un bir tutumu yokken, NATO’nun bir tutumu yokken. Ayrıca Bulgarlar bu konuda oldukça hassastır.  Endişe duyma durumları tarihimizden ileri gelir. Peki, ya yangın çıkarsa, bizler ne yaparız? Yangın çıkarsa, ne yaparız beyler… Biz, olası ateş hattının alanındayız… Yoksa bunun imkansız olduğunu mu düşünüyorsunuz?! Ben Bulgaristan’ın kurban olmasını istemem. Ne olursa olsun, seçmenimizin bir alışveriş malzemesi gibi kullanılmasını istemem. İstemiyorum! Her türlü farklı fikirler yaşam güvenliğini şüpheye düşürür, HÖH’nin siyasi anlamını şüphe altına sokar. Bunun bilincinde olmazsak, demek ki dersimizi öğrenmemişiz. Ölçüsüz olabilecek bir hareketimiz öylesi sonuçlar doğurabilir ki, ondan sonra, aman nasıl oldu da doğru anlaşılmadık, yanlış anlaşıldık, diye düşünmeye başlarız…


Dolayısıyla, zamanların çok karmaşık olduğunu belirli bir hasretle, söylemek isterim. Çünkü yaşadığımız zamanın tabakaları olumsuz bir şekilde titriyor.  Bölgemizin güvenlik ve istikrarı açısından önemli olabilecek temellere dönmenizi diliyorum. Bizim güvenliğimizi şüpheye düşürebilecek her bir konsept, her bir fikir, her bir strateji kesinlikle teşvik edilmemelidir. Özellikle belirtmek isterim – tüm ülkeler, komşu ülkelerindeki etnik oluşumlar ile ilgilenir. Balkanlar, etnik ve dini azınlıkların oluşturduğu bir mozaiği temsil eder, beyler. Bunu zaten daha önce birçok kez konuşmuştuk. Böyle bir ortamda herkes “beşinci kol” veya “altıncı kol”un desteğini arar. Bu oyunu oynamak isterseniz, bu siyasi bir faciadır. Ben beşinci veya altıncı kol olmak istemem. Benim felsefeme göre, dış etkenlere rağmen, Bulgaristan’da ve bölgede güvenlik olmalı. Çok önemli!  Bunun için her an, her siyasi olayda dengeleri esas alan siyaset yapılmalı, somut olan her bir siyasi eylem bu bağlamda olmalı. Çünkü endişe yaratan bu gerçekler, siyasi zamanı çarpıtıp hızlandırır. Ve siyasi bilinç yaşadığımız bu dünyayı bu düzeneğe göre düzenlemek ve inşa etmek istiyor.


Mecliste yaptığımız siyasetin dünya politikası, Avrupa politikası, bölgesel politika ile ilişkili olmadığı konusunda aldanmamalıyız.


Bilişim çağı, köklü olarak siyaseti etkiledi. Siyasette artık herşey, herşeyin içinde, başka bir deyişle her şey “çevrimiçi” olma durumunda.


Birbirinden bağımsız eylemler yoktur. Her şey her şeyin içindedir.  Bilinçsiz olarak bir şey yaptığımızda bile biz, kendi dışımızda olan bir takım süreçleri besliyor veya destekliyoruz, ancak bu süreçler bilincimizi, devletimizi, dünyamızı dolaysız olarak etkiler…

Genel anlamda bir gözlemci olduğumu hepiniz bilirsiniz, ancak anlaşılan şu ki, pasif gözlemci rolümü fazlasıyla ciddiye almışım. Bu da siyasete geri döneceğim anlamına gelmiyor!


Son olarak hepinizi girmekte olduğumuz 2016 yılı için ortak bir duaya davet ediyorum. ‘Allahım, bana tahammül edebileceğimden fazlasını verme. Âmin!’


17/12/2015 Sofya

0 yorum:

Публикуване на коментар